Değişen Aile, Değişen Dünya

Psikiyatrist — Psikanalist

Prof. Dr. Vamık Volkan

Üç ay sonra 91 yaşında olacağım. Yıllar geçtikçe gelişen aile ve toplum değişiklerine gözlemek için kendi hayat hikayeme bakmak aklıma geldi.

 

Babam Çatoz’da (Şimdiki ismi Serdarlı) doğmuştu. Yedi kardeş arasında Lefkoşa’ya gidip okuyan ve sonra da öğretmen olan biriydi. Annemin dedesinin ismi Ömer Vamık’tı. Ömer Vamık Efendi Lefkoşa’nın son kadısı olacaktı. 1878’de İngilizler adayı idare etmeye başlayınca Ömer Vamık Efendi işinden atılmıştı. Aile eski prestijini ve sosyal durumunu kaybetti. Annemden sonra doğan dayıma Ömer Vamık ismi verildi. O, İstanbul’da bir üniversite öğrencisi iken kayboldu. 53 gün sonra cesedi Marmara denizinde bulundu. Ailede bir hikaye gelişti. Dayım çok akıllı birisiymiş ve onu kıskanan bir grup öğrenci dayımı öldürmüş. Ben doğunca Ömer Vamık ismi bana verildi. Bir psikoanaliz olarak çocukluğuma baktığımda bu ismi bana vermekle annemin ailenin eski prestijini geri getirmek ödevini bana vermiş olduğunun farkına vardım.

 

Beş ve altı yaşındayken babamın öğretmenlik yaptığı bir köyde başka çocuklarla pirillilerle ve taş atmakla oynadığımı hatırlarım.

 

En büyük “oyun” – kendimize olan güvenimizi göstermek ve başka çocuklarla eşit olmak için, bir değneği çamurdan yapılan duvarlardaki delikler içindeki büyük sarı arıların yuvasına sokmaktı. Ben bunu yaptığımda arılar peşime düştü ve beni birkaç yerden soktular.

 

Kıbrıs’ta aileler “Geniş Aile” olarak adlandırılan aile tipinin en güzel örneklerini ortaya koyuyorlardı. Bu terim bir ailede anne, baba ve çocukların yanında büyük annelerin, dedelerin, halaların, amcaların da bulunmasını ve annelik ve babalık görevlerine katılmalarını gösterir.

 

Babam Lefkoşa’da Yeni Cami mahallesindeki ilkokulda öğretmen olduğu zaman biz Attila Sokak’ta bir ev kiraladık. İlkokul, ortaokul ve lise yıllarımı Attila Sokaktaki evde geçirdim. Ortaokul ve lise yıllarında babam başka yerlerde görev yaparken ben anneannem ve benden büyük iki kız kardeşim ile Lefkoşa’da kaldım.

 

Anneannem, büyük kız kardeşim de bana karşı annelik görevi yaptılar. Geniş Ailede annelik yapanlar birbirlerinin iyi şekilde uzantıları oldukları zaman bir problem ortaya çıkmaz. Eğer annelik yapanlar arasında gerginlik, küslük varsa çocuk psikolojik gelişmesine yardım edici bir annelik figürünü kaybeder.

 

Bizim mahallenin sokaklarında benim yaşımdaki erkek çocuklar oturup pirilli oynardık. Belki 4 – 5 saatte bizim sokaktan bir motorlu araba geçerdi. Öteki arabaları çeken atlar, katırlar ve eşeklerdi. Hemen hemen her erkek bisikletle dolaşırdı. Evimize elektrik ben ortaokula başladığım zaman geldi.

 

Dış dünyada Türk toplumunun büyük tarihsel değişimi ailem içinde de değişikliklere yol açtı. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışından ve Türkiye Cumhuriyeti’nin 1922’de doğuşundan 10 sene sonra ben doğdum.

 

Ben doğmadan önce babam öğretmen olduğu bir köyün kahvehanesinde bir masanın üstüne çıkmış ve Atatürk’ü taklit ederek başına bir şapka koymuş ve “Efendiler bunun adı şapkadır” demiş. Dinci köylüler onu dövmeye çalışmış. Fakat sonunda babam kazanmış. Bir yıl içinde dinciler bu köyden ayrılmış.

 

Ben çok küçükken annemin başı sarılıydı. Annemin çarşafı attığını ve sokağa çarşafsız çıktığını da hatırlar gibiyim. Atatürk imajı benim ailemde ve tanıdık ailelerde ideal bir süperego olarak gelişti. Babamın Lefkoşa’daki kulübünde Atatürk’ün büyük bir fotoğrafını gördüğüm zaman içimin gururla titrediğini hatırlarım.

 

Kıbrıs’ta etnik toplumların var olduğunu ve toplumlar arasındaki farkları her çocuk büyürken gözlerdi. Attila sokaktaki evimizin yanındaki evde bir Rum aile oturuyordu. Fakat bizim aile ve mahalledeki öteki Türk aileler bu Rum ailesini ziyaret etmiyorlardı. Bu Rum ailesinin benden 1 – 2 yaş küçük bir kızları vardı. Adına Elena diyelim. Bazen sokakta onunla buluşurdum. Sokaktan geçen bir bisiklete işaret ederek “Bisiklet” derdim, o da bana bisikletin Rumca ismini söylerdi. Buluğ (Ergenlik) zamanı gelince ilişkimiz durdu. Eğer Elena bir erkek çocuğu olsaydı ben de Rumca öğrenmiş olacaktım.

 

Kız kardeşlerimin ve benim keman hocamız Mösyö Bedelyan bir Ermeni’ydi. O Türkçe konuşuyordu. O zamanlar Kıbrıs’ta yaşayan Ermeni toplumunu bizim Türk toplumumuza yakın olarak algılardık.

 

Lefkoşa Müslüman Lisesi’nde müdürümüz Mr. Wood’tu. Bir Ermeni hanımıyla evliydi. Bacağında Gelibolu savaşından kalma bir Türk şarapneli olduğunu söylerlerdi. Lisenin son sınıfında sınıf arkadaşlarımla beraber okulumuzun ismini değiştirmek için lisede bağırmaya başladık. Müslüman Lisesi’nin adını değiştirdiler. Benim sınıfım Lefkoşa Türk Lisesi’nden mezun olan ilk sınıf oldu.

 

Hepimizin bildiği gibi bir aile içinde gelişen travmalar – Örneğin bir annenin ölmesi, anne ve babanın boşanması, çocuğa dayak atılması – çocuğun psikolojik yapısını etkiler. Dış dünyadan gelen travmalar da bir çocuğun gelişmesinde önemli bir rol oynar. Şimdi tekrar çocuk yıllarıma döneceğim.

 

Mayıs 1941’de, ben 9 yaşındayken, Naziler Girit’i işgal ettikten sonra onların Kıbrıs’ı da işgal edecekleri beklendi. İtalyan ve Alman uçakları Kıbrıs üzerinde uçmaya ve İngiliz askeri yerlerini bombalamaya başladılar.

 

Attila Sokağındaki evimizin bahçesine bir hendek kazıldı. Alarm sesleri duyduğumuz zaman, gündüz veya gece, tehlikenin geçtiğini bildiren sesi duyana kadar hendeğin içinde otururduk. Sokaklar başlarında kendilerine ait başlık giyen ve Hindistan’dan gelen askerlerle doldu. Onlar benim için uzakta yaşayan bir toplumun sembolü oldular.

 

Bir gün Yeni Cami Mahallesi İlkokulunun bahçesinde başka çocuklarla oynarken bir İngiliz Spitfire uçağının bir İtalyan uçağını başımızın üzerinde vurduğunu gördük. Pilot paraşütle yere inmeye başladı. Uçak da bir yere düşüp parçalandı. Birkaç gün sonra bir çocuk arkadaşım bana küçük bir cam parçası verdi. Ailesinden bir büyük kişi parçalanan uçağı görmeye gitmiş ve bu cam parçası bu uçağa aitmiş. Ben bu cam parçasını bir yere koyup sakladım.

 

Liseden mezun olduktan sonra 1950’de Ankara Tıp Fakültesi’nde okumaya başladım. Bu cam parçasını Ankara’ya götürdüm. 1956’da tıbbiyeden mezun olduktan sonra Ankara Üniversitesi’nde Dahiliye asistanı oldum. Fakat İngiliz tabiiyetinde olduğum için bana para vermediler. Babamın aylığının büyük bir kısmının hala bana verilmesinden utandım. Amerika’da bir hastanede iş buldum ve oraya gittim. Cam parçası da yanımdaydı. Zaman geçince bu “semptom”un, cam parçasını saklamanın, ne olduğunu anladım.

 

Cam parçasını kontrol etmem çocukluğumda yasadığım ve toplumlar arasındaki bir savaşın ve Kıbrıs’ı işgal ederlerse ailemin karşılaşacağını sandığım tehlikelerin içimde yarattığı korkuyu kontrol etmem oluyordu.

 

Amerika’ya gittikten sonra hayat koşullarım orada kalmamı sağladı. Bu arada Kıbrıs’taki Türklerin başına gelenleri sizlere anlatmama gerek yok. Amerika’da 11 sene kaldıktan sonra ilk defa 1968’de Kıbrıs’a gelebildim. Lefkoşa kuşatma altındayken Türklerin durumunu gördüm. Bu toplumun kafeslerde kuş yetiştirmelerinin nedenini inceledim ve bu konuda yazılar yazdım ve birçok yerde konferanslar verdim.

 

Kıbrıslı Türklerin değer verdiği muhabbet kuşları, Kıbrıslı Türkleri temsil ediyordu. Kuşlar, geleneksel “geniş” veya “değiştirilmiş geniş” Türk ailesini temsil edecek şekilde aileler olarak tutuldu. Kafesler, kendi kantonlarına kapatılan Türkler gibi, kuşlar da halkın dışsallaştırılmış temsilleriydi.

 

Kıbrıslı Türk’ün yaşadığı bakıma muhtaçlık duygusu, yerini baktığı kuşlara bıraktı. Bu yer değiştirme, kendi istek duygusunun bastırılmasını güçlendirdi. Küçük yaratıklar şarkı söylediği, doğurgan kaldığı ve onlara bakıldığı sürece insan nüfusunun da gelişip bakım alabileceği umudunu temsil ediyorlardı. Çatışmanın ve çözümünün dışsallaştırılması olarak kuşlar, kitlesel kaygı için bir emniyet valfi sağladı. İçinde bulundukları ikilem içinde Kıbrıs Türkleri çaresiz yardımcılar haline gelmişti; kuşlarının mutlu ve verimli olmasına yardım edebildikleri sürece kendilerinin de yardım alabileceği umudunu besleyebilirlerdi.

 

1974’te Kıbrıs Kuzey ve Güney olarak ayrıldıktan sonra toplumda kafeslerde kuş yetiştirme kayboldu. Yalnız Raif Denktaş’ın Girne’de yerleştiği evin kapısına varmadan kuşlarla dolu kocaman bir kafesi vardı. Denktaş’ın bunu bilinçdışından Kıbrıs Türk toplumunun tarihini unutmamak ve canlı tutmak için yaptığını düşündüm. Bu gözlemimi Denktaş’la paylaşmadım.

 

Yaşamımda hem Kıbrıslı Türk olarak kalmak hem de Amerikalı olarak yaşamak için iyi bir iki kültürlülük uyumu yaptığımı sanıyorum. 32 sene önce Kuzey Kıbrıs’ta bir ev yaptık ve yaz aylarını Kuzey Kıbrıs’ta geçirmeye başladım.

 

Yeni yüzyıl başlarken dünya’nın birçok yerinde ailelerde ve toplumlarda en büyük değişiklikler üzerinde düşündüklerimi 2004’te “Simdi Biz Kimiz?” altında yazdığım bir makale ile anlatmaya çalıştım. “Şimdi biz kimiz?” ister “iyi” ister “kötü” olarak kabul edelim, bir savaş ya da savaş benzeri bir durumun, politik bir sistemin parçalanmasının ya da köklü bir devrimsel değişimin ardından bir nüfusta ortaya çıkan şey.

 

Sömürgecilerin Afrika’yı terk etmesi, Sovyetler Birliği’nin ve eski Yugoslavya’nın çöküşü, dünyanın belirli yerlerinde bu metaforik sorunun gelişimindeki tarihsel olaylara örnektir.

 

O zamanlar başlayan “şimdi kimiz biz” sorunları hâlâ çok aktif ve çoğu zaman ölümcül, örneğin Orta Afrika Cumhuriyeti ve Sudan’da. 2018 sonbaharının başında Slovenya ve Sırbistan’ı ziyaret ettim. Yerel kişilerle yaptığım görüşmelerde, Yugoslavya’nın 1991’deki çöküşünden sonra “Şimdi biz kimiz” sorusunun insanların aklında hala olduğunu fark ettim.

 

Dünya’nın “Şimdi biz kimiz” devrine girdiğini yazdım. İletişim, sinyal ve fotografik istihbarat ile seyahat teknolojilerindeki inanılmaz ilerlemeler ve finansal piyasaların ulusal sınırların ötesine yayılması, farklı büyük grup kimliklerine sahip insanların daha büyük düzeyde ve daha hızlı etkileşime girmesine neden oldu. Bu arada, çeşitli soy DNA testleri dünya çapında popüler hale geldi ve bazen insanların ataları konusunda kafalarını karıştırdı. Mesela Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumların çok benzer DNA sonuçlarını paylaştıklarını gösteren bilgiler var. Ben çocukken Türklerin atalarının Orta Asya’dan geldikleri öğretildi. Pek çok Türk’ün DNA sonuçları bunun tersini gösterdi. Benim DNA’da Orta Asya’ya bağlılığım yüzde birdir.

 

Diğer inanılmaz teknoloji türleri de insan zihnini etkiliyor. Genetiği değiştirilmiş bebeklerle ilgili haberler var. Temmuz 2018’de Boston, Massachusetts’teki Tufts Üniversitesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin insan — robot etkileşimi alanındaki ilk yüksek lisans programını duyurdu. Ve insanların uzayı keşfetmesine yönelik araştırmalar hâlâ çok aktif.

 

İnsan zihninin bu inanılmaz yeni dünyaya uyum sağlaması, ileri teknolojinin getirdiği değişimlere ayak uyduramamaktadır. Üstelik bu tür gelişmeler olumlu yönlerinin yanı sıra siber saldırılara yol açmış, büyük gruplar (toplumlar) arasında çatışmalara yol açmış, büyük grup kimliklerinde kafa karışıklığı ve çatışmaları beraberinde getirmiştir.

 

Rusya Ukrayna’ya saldırdıktan sonra Avrupa genelinde Ukrayna’dan kaçan yaklaşık 6 milyon mülteci kaydedilirken, Mayıs 2022’nin sonlarına doğru tahminen 8 milyon kişi ülke içinde yerinden edilmişti.

 

Bir de gönüllü olarak kendi ülkelerinin dışındaki memleketlere yerleşenlerin sayıları çok yükseldi. Bunu Kuzey Kıbrıs’ta İskele’ye gittiğimiz zaman hemen görüyoruz. İskele’de sokaklardaki ve dükkanlardaki yazılar bile Türkçe değil, Rusça veya Farsçadır. Bu yaz bizi ziyaret eden kızımı ve torunumu Girne’de bir sahilde yüzme yerine götürdüm. Ve onlar denizde iken ben sahildeki bir lokantanın önünde polisiye romanı okuyarak saatlerce vakit geçirdim.

 

Yüzlerce insan önümden geçti veya yanımdaki masalara oturdu. Yalnız bir defa Kıbrıslı Türkçe konuşan birilerini duydum. Orada herkes Rusça veya başka bir dille konuşuyordu.

 

Teknolojideki gelişmeler hem aile hem de toplum durumlarında büyük değişiklikler yarattı. Her çocuğun elinde bir elektronik makine var, sanki ikinci bir beyin gibi. Anne, baba, kardeş gibi şimdi çocukların bir de teknolojik anne, baba veya kardeşleri var. Amerika’da genç kişiler araba kullanma zamanı gelmesini dört gözle beklerlerdi. Bir araştırmaya göre şimdi Amerika’da gençler araba sürme ehliyeti almak için acele etmiyorlar – ellerindeki küçücük makine ile başkaları ile bağlantı kurabildikleri için.

 

Kuzey Kıbrıs toplumundaki gelişmeleri sizler bana göre daha yakından görmüşsünüzdür. Önce onlarca yeni cami yapıldı. Enteresan olan bu camilerin çoğu köylerde dikilen Atatürk büstlerinin heykellerinin yanında.

 

Türkiye’de toplumda geliştirilen parçalanma çok açık bir şekilde Kuzey Kıbrıs’a yansıdı. Ben tıbbiyede iken bizim sınıfta erkeklerden daha fazla kız öğrenciler vardı, hepsinin başı açıktı. Son yıllarda Türkiye’de konferanslar verdiğim zaman beni dinleyenler arasındaki hanımların bazılarının başı açık, bazılarının kapalı. Türkiye’de gelişen durumun sembolü açıkça görülebiliyor.

 

Bu yaz bizim evde iki aile toplantısı yaptık. Kız kardeşlerimi son senelerde kaybettim. Onların çocukları ve torunları bizim evde toplandık.

 

Çocuklar ve gençler ve büyüklerin ellerindeki ikinci beyinleri de bizimle beraberdi. Gençlerin artık tavla oynamadıklarını ögrendim.

 

Bizimle beraberken ellerindeki ikinci beyinlerle hem Kıbrıs’ta hem de başka yerlerdeki tanıdıkları ile temas kuruyorlardı.

 

Kıbrıs Türk toplumunda değişmeyen bir “semptom” var. Yolların etrafı hala boş şişelerle ve arabalardan atılan başka şeylerle dolu.

 

Ben dünyanın birçok ülkesinde bulundum. Bu “semptom”u başka bir ülkede görmedim. Bu konu hakkında bazı şeyler aklıma geliyor. Fakat önce sizin düşündüklerinizi benimle paylaşmanızı diler ve sorularınızı beklerim.