Korona Günlerinde Psikolojimiz

Psikanalist — Psikiyatrist Prof. Dr. Vamık. D. Volkan

Küresel COVID – 19 salgını insanlık için beklenmedik bir “düşman” haline geldiğinde ilk tepkim “inkar” oldu. Bu psikolojik savunma mekanizmasını, özellikle rahatsız edici bir şey hissettiğimizde endişemizi azaltmak için kullanırız.

Mart 2020’nin ilk haftası boyunca Litvanya Dışişleri Bakanlığı’nın konuğu olarak Vilnius’taydım. Litvanya’nın Sovyetler Birliği’nden ayrılmasının otuzuncu yıldönümünü kutlamasının bir parçası olan uluslararası bir toplantıya katıldım. İlk kez Virginia Üniversitesi Eğitim ve İnsan Etkileşimi Merkezi’nden (CSMHI) disiplinlerarası ekibimle ilk kez Nisan 1992’de Litvanya’ya gitmiştik. O zaman Litvanya hükümetinin temsilcileriyle bir araya geldik ve daha sonra Litvanya, Letonya, Estonya ve Sovyetler Birliği’dan katılımcılarla bir toplantı yaptık. Bu, Baltık ülkelerindeki, çoğunlukla Estonya’da, yedi yıllık çalışmamızın başlangıcıydı. Baltık ülkelerine bağımsızlıklarını barışçıl bir şekilde geri getirme çabalarında yardım ve destek sağlamaya çalıştık.

Mart 2020 yaklaşırken, özellikle seyahat yoluyla korona virüsüyle kontamine olma tehlikesinin farkındaydım. Ancak Litvanya ve diğer Baltık ülkelerindeki çalışmalarımızın anıları beni bu tehlikeyi inkar etmeme neden oldu. Devlet destekli bu toplantıya katılmak istedim. Toplantı organizatörlerinin bu toplantının “diplomasi ve psikanaliz arasında bir evlilik” olmasını istediğinden de heyecan duydum.

Litvanya’dayken, sosyal mesafe toplantıda, açık pazarlarda ve sokaklarda insanların zihninde görünmüyordu. 8 Mart 2020’de Amerika Birleşik Devletleri’ne dönerken uçakları değiştirmek zorunda kaldım ve Amsterdam Uluslararası Havalimanı’nda dört saat beklemek zorunda kaldım. Bu kalabalık ortamlar içinde bulunduğum süreçte inkar mekanizmamı kaybettim.

Amerika Birleşik Devletleri’ne geldikten sonra evde sadece eşimle kalmaya başladım. İlk on dört gün boyunca herhangi bir COVID – 19 semptomum olup olmadığını kontrol ettiğimi fark ettim. Karantina sürecim ile başa çıkmanın olumlu bir yolunu buldum. Korona virüsü salgınının bireyler ve büyük gruplar üzerindeki etkisi üzerine gözlemler toplamaya başladım.

Sizce bu küresel salgının toplum üzerindeki ana psikolojik etkisi ne olurdu?

Şu anda, farklı ülkelerdeki dokuz genç psikanalistin on altı terapötik vakasına danışmanlık veriyorum. Bu on altı analizin ve virüs salgını sonrasında analistlerine söylediklerini inceleyerek virüs salgınının gözlemlenebilir inkâr, korku, kaygı ve yıkıcı acı duygularının arkasındaki ilk etkisini öğrenmeye başladım. Bu analizanlar, bilinçli ve bilinç dışı bir şekilde, çocukluk dönemi kayıplarına geri döndüler ve kayıplarla ilgili korkularını ve eski savunma mekanizmalarını yeniden deneyimlediler.

Burada ilk olarak COVID – 19 salgınına yönelik gelişen toplumsal / politik tepkilere odaklanacağım.

Kitaplarımdan birinde farklı ırklardan, etnik ve dini kökenlerden insanları ortak bir düşmana karşı bir araya gelmeye zorlayan Dünya’ya gelen Marslılar fantazisinden bahsettim. Görünmeyen bir düşman olarak COVID-19 Mars’tan gelmedi. Ancak hayali Marslılar gibi, tüm insanları tehdit ediyor: yaşlı insanlar, gençler, zengin insanlar, fakir insanlar, ünlü insanlar ve mülteciler. Bu tehdit, her nasılsa, ülkeler ve aynı ülke içindeki bazı yerler arasındaki fiziksel sınırların hemen korunmasını gerektirmiştir. Her büyük grubun kendini koruması gerektiğinden yaşanılanlar beklenen ve gerçekçi bir gelişmeydi. Bu gelişme, lider-takipçi psikolojisi, büyük grup kimliği ve siyasi temalarla ilişkilendirildi.

İlginç bir şekilde, inanılmaz derecede etkili olan iletişim teknolojisi fiziksel sınırlarda giderek büyüyen psikolojik “delikler” yaratmaya başladı. Örneğin, birçok ülkede tanıştığım ve normal zamanlarda benimle temas etmeyen kişilerden e-posta mesajı almaya başladım. Aynı “düşmanı” paylaştığımı hissettim, bizi tekrar bir araya getirmişti. Çin’den zihinsel sağlık çalışanlarına sosyal travma, kayıp ve yas konusunda Zoom semineri vermem için bir davet aldım. Bunu 3 Nisan 2020’de istekli bir şekilde yaptım. 8.000 kişinin beni dinlediği bilgisi verildi.

23 Nisan 2020 Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramında ise aynı semineri KORDEP ile birlikte Türkçe olarak verdim – bu defa da Türkiye’deki ve Azerbaycan’daki meslektaşlarım için.

2018 yılında Uluslararası Diyalog Girişimi’ni (IDI) kurdum. IDI, sekiz ülkedeki [İngiltere, Almanya, İran, İsrail, Filistin, Rusya, Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri] psikanalistleri, akademisyenleri, diplomatları, iş adamları ve diğer profesyonelleri içeren iki yılda bir araya gelen ve sosyal çatışmanın incelenmesi ve iyileştirilmesine odaklanan özel ve çok disiplinli bir gruptur. Benim için Uluslararası Diyalog Girişimi (IDI) toplantıları, psikolojik temelli diyalogların birbirlerinin mantıksız görüşlerini ortadan kaldırmada ve farklı büyük grup kimliklerine sahip insanlar arasında yansıtıcı bir iletişim alanı açmada önemli bir sembol haline geldi.

5 Nisan 2020’de IDI üyeleri ilk telekomünikasyon toplantılarını gerçekleştirdi. Filistinli üyemiz teknik sorunlar nedeniyle bize katılamadı. Yedi farklı ülkeden diğer yirmi iki üye kişisel deneyimlerini, işle ilgili kaygıların doğasını, yas sürecinin ve ritüellerinin etkisini ve beceriksiz yetkililerin ihanetlerine karşı duyulan öfkeyi paylaştılar.

IDI’nın diğer üyelerini dinlerken, büyük grup kimliği ve toplumsal bölünmeler, özellikle de organize dinler tarafından desteklenenler hakkında bir kez daha endişe duydum. Bazı yerel dini liderler ve dini kuruluşlar tarafından COVID-19’ tehlikesine karşı derin bir inkarın dünya çapında yaşandığı gerçeği ile yüz yüze geldik. İlk IDI telekomünikasyon toplantımızın ertesi günü Gürcistan Cumhuriyeti’ndeki bir meslektaşım yaşanılan çarpıcı bir gerçeği paylaştı. Hükümetin Ortodoks Kilisesi’ne müdahale etmeye cesaret edememesinin siyasi nedenlerini açıkladı. Kilise üyeleri ortak bir kaşıktan şarap içemeye ve aynı haçı öpmeye devam ediyordu.

Tarih boyunca Avrupa’daki Kara Ölüm gibi ölümcül vebalar ve on dördüncü yüzyılda yaşanan salgınlar Avrasya ve Kuzey Afrika’da 75 – 200 milyon insanın ölümüne neden oldu. Bazı akademisyenler COVID – 19 salgını sona ermesinden sonra büyük sosyal, ekonomik ve teknolojik değişiklikler beklemektedir. Bu “düşmanın” büyük grup psikolojisini ve uluslararası ilişkileri nasıl etkileyeceğini psikolojik açıdan değerlendirmek için beklemek zorundayız.

Psikoanalizdeki hastaların Covid-19’a ilk tepkileri

COVID-19’un yayılmasından sonra, Uluslararası Psikanalitik Derneği (IPA) ve diğer psikanalitik dernekler, telefon veya internet teknolojilerinden yararlanarak uzaktan tedavi için rehberler sundular. Şu anda farklı ülkelerdeki dokuz genç psikanalistin terapötik vakalarını denetliyorum. Tedavi ettikleri on altı hastanın yaşam öyküleri ve iç dünyalarını ayrıntılı olarak biliyorum. Bazı hastalar evlerindeki kanepeye uzanmaya başladılar. Sadece oturumların başında ve sonunda internet üzerinden analisti görüyorlar ve analistle konuşuyorlar ve terapötik oturum sırasında da onu duyuyorlardı.

Virüs salgınının bireyler üzerinde gözlenebilen inkâr, korku, kaygı ve yıkıcı acıların ardındaki ilk etkilerinin ayrıntılı örneklerini vermek bu yazının kapsamı dışındadır. Sadece on altı analizin ve psikanalistlerin pandemik ve sosyal mesafelerine nasıl karşılık verdiğine dair gözlemlerimin bir kısmını paylaşmak istiyorum. Bilinçli ve bilinçsiz olarak çocukluk kayıplarına geri döndüler ve bu tür kayıplarla bağlantılı eski savunma mekanizmaları ve fantezilerini yeniden yaşadılar.

Beş orta yaşlı hasta, çevrelerindeki ve şehirlerindeki yaşlı insanlara karşı açık öfke dile getirdi. Erken çocukluk döneminde bu beş kişi iyi ebeveynlik görmemiştir. Ebeveynlerine karşı öfke duydukları için açık ve gizli suçluluk duygusu yaşadılar. Analizleri sırasında, katil fantezilerinin ortaya çıkmasına izin vermekte zorlandılar. Artık ebeveynlerini temsil eden yaşlı insanlara karşı katledilen öfkelerini açıkça ifade edebildiler çünkü gerçek katiller olmayacaklardı, COVID-19 katil olacaktı. Onları suçlu hissetmekten kurtaracaktı.

Ayrıca, bir bireyin refahı üzerindeki paylaşılan tehdidin bu bireyin geniş grup geçmişiyle nasıl bağlantılı olabileceğini de gözlemledim. Otuzlu yaşlarının başlarındaki bir adam, COVID-19’un bir salgın haline geldiği dört yıl boyunca analizde bulunuyordu. O ve ataları, Holokost’tan doğrudan etkilenmedikleri ülkelerinde oldukça küçük bir Yahudi topluluğunun üyeleriydi. Analisti ile yapılan ilk telekomünikasyon oturumu sırasında Anne Frank’la olan kimliğini belirterek saati doldurdu. Analistin ofisine gidemediği için kendinin Nazi devrinde Anne Frank’in yaptığı gibi saklanmak zorunda kaldığını hissetti. Evde İsrail’deki virüs durumunun haberleriyle meşgul oldu.

Psikanalistlerin kendileri de, ofislerinde veya başka bir özel yerde yalnız kalarak, bilgisayar üzerinden analizlerine devam ederken, kendi yalnızlıklarını gidermek için destek aramaya başladılar. Örneğin, bir psikanalist balkonunda iki güvercin fark etti. Onları beslemeye başladı. Sonra onlar için bir yuva yaptı ve balkondaki kapısını açık tutmaya başladı. İki hafta içinde bu kuşlar, uzaktan psikanaliz yaparken psikanalistin masasında kuş yemi yemeye başladı. Hastalarından birinin, aile üyelerinden uzaktaki tedavisi için evde bir kanepede uzanırken, kedisini ev kanepesinde sıkıca tutmaya başladığını eklemeliyim. Süpervizör olarak, danışmanlık yaparken endişesiz, sabit bir nesne olarak kalmaya nasıl çok dikkat etmem gerektiğini de bu süreçte fark ettim.

Koronavirüs nedeniyle Kıbrıs’ta da karantina uygulandı. Bu durum sizin geçmişte bahsetmiş olduğunuz Kafesteki Kuşlar makalenizi hatırlattı. O makalenizde Kıbrıs’da iç savaşın olduğu özellikle 1963 – 1968 yılları arasında Kıbrıslı Türklerin abluka altında yaşamış olduğu dönemlerde kendilerini kafesteki kuşlar gibi gördüklerini belirtmiştiniz. Şu anki durumla ilgili görüşleriniz nelerdir?

1963’de başlamak üzere Kıbrıslı  Türkler  on bir sene  kantonlarda  yaşamak mecburiyetinde kalmışlardı.

1964 ve 1968 yılları arasında bu özel bölgelerde tutuklu olan Türkler, içinde bulundukları acı durumun kendilerinde yarattığı duygulardan kurtulmak için bilinç dışında iyi bir yöntem buldular. Bu süreçte toplumda çok yaygın bir şekilde kafesler içinde kuş yetiştirme uğraşısı ortaya çıktı.

Kuşlara bakan Kıbrıslı, kurtarıcı Türkiye’yi, kuşlar da bakım isteyen Kıbrıslı Türk’ü simgelemiştir. Böylece kuş yetiştirme, içinde bulundukları acı durumun sembolü ve bilinç dışı bir çözümü olmuştur. Bu sembolik çözümün, gerçekle uyuşmadığı halde, önemli ölçüde kitle anksiyetesinin (bunalımının) yatışmasında ve 1963 ile 1968 yılları arasında Kıbrıslı Türklerin karşılaştıkları baskılara katlanmalarında yararlı olduğunu inceledim.

1968’de bu özel bölgelerden (yani kafeslerden) çıkma izni tanındıktan sonra, kuş yetiştirme merakı yavaş yavaş kayboldu.

1963-1968 yılları içinde Kıbrıslı Türk toplumu “fiziksel olarak [mecburi olarak] bir araya geldiler. Düşmanın kim olduğu ve ne olduğu belliydi.

COVID-19 hem Türklerin hem de Rumların düşmanı.

En büyük fark: 1964-1968’in aksine fiziksel uzaklığın ortaya çıkması. Bu defa sembolik kafeslerde kus yetiştirmek yerine (tahminim veya) bildiğim kadarı ile göre Kıbrıslı Türkler (ve Dünyanın her yerindeki insanlar) ulaşım telekominikasyon teknolojisini kullanıyorlar. COVID-19 salgını çok daha uzun sürerse buna alışkanlık sosyal ilişkileri değiştirecek mi? Bekleyip göreceğiz.

Fakat teknolojinin sosyal ilişkileri değiştirdiğine dair bazı araştırmalar var. Örnek: Telekominikasyon teknolojisi geliştikten sonra Amerika’da gençler daha az araba kullanmaya başlamışlar. Eskiden araba kullanma onlar için çok önemliydi. Araba sürmeyi öğrenip birbirleri ile buluşurlardı. Yapılan araştırmaya göre tekominikasyonla buluşabilecekleri için araba sürme işine yapılan yatırım gençler arasında azalmıştır.

Bir de aynı ve görünmeyen düşmanı hem Türkler hem de Rumlar paylaşıyor. Yukarıda dediğim gibi dünyanın her yerinde hudut psikolojisi ve ötekini suçlu bulma durumu giderek artıyor. Kuzey ve Güney Kıbrıs hudutlarını kapattı. Bunun etkisi ne olacak? Bunu görmek için de beklememiz gerekecek.