Acaba kutuda ne var?

Bir gün, çocuğun biri yolda giderken küçük, kırmızı bir kutucuk bulmuş. Zarif el işi, tahta üstüne işlemelerle süslenmiş bir kutuymuş bu. Ama kilitliymiş. Çeşitli aletlerle açmayı denemiş, ama açamamış.

“Acaba ne var bu kutunun içinde?” diye düşünmüş. “Böyle güzel bir kutuya saklandığına göre değerli ve zor bulunan bir şey olmalı” demiş. “Ama ne? Bunu öğrenmem gerek.” demiş.

Kutuyu alıp yoluna devam etmiş. Bir yandan da içinde ne olabileceğini aklından geçiriyormuş. “Belki pahalı bir mücevher var bunun içinde; gerdanlık, bilezik veya elmaslarla bezenmiş minik bir taç? Ya da dünyanın en güzel ve bilinmeyen bir bitkisinin ekilmeye hazır tohumları? Belki de dünya güzeli bir kızın fotoğrafı? Ya da gizli bir mektup olabilir. Kimsenin bilmediği sırlarla dolu, mühürle kapatılmış bir mektup! Acaba bu sırlar ne olabilir? Eski bir altın madeninin bulunduğu yerin krokisi de olabilir”.

Bunları düşünerek sevinen genç çocuk birden heyecanlanmış.

“Peki, ama ya bu kutunun içinde bir cin varsa? Açar açmaz başıma bela olursa, beni kendi karanlık dünyasına alıp götürürse… Tam tersi de olabilir, beni inanılmaz zenginliklere ulaştırabilecek bir cin de çıkabilir kutudan. Her şey olabilir” diye düşünmüş, “dikkatli olmalıyım…”

Oturup kafasını kaşıyarak uzun uzun düşünmüş. “Önce bunun anahtarını bulmalıyım. Eğer sandık buradaysa, anahtarı çok uzak bir yerde olamaz” demiş. Etrafta dolaşıp anahtarı aramaya başlamış. Etrafını soldan sağa, sağdan sola tarıyor, anahtara benzeyen bir cisim arıyormuş. Sonunda da uzak bir yerde bir deste anahtar bulmuş. Çok sevinmiş.

Desteyi eline alınca, buradaki bir sürü anahtardan hangisinin kutunun kilidine uyacağını bilemediğinden hepsini denemeye başlamış. Sonunda da anahtarlıktaki son anahtarla kilidi açabilmiş.

Çocuk yine endişelenmiş. “Acaba gerçekten bu sandığı açmalı mıyım? Acaba içinden bana zarar verebilecek bir şey çıkar mı?” ” diye uzun uzun düşünmüş. Sonunda da  merakının korkularından daha çok olduğunu anlamış ve anahtarı çevirip kutuyu hafifçe aralamış.

İçinden tehlikeli bir şey çıkmadığını görünce tümüyle açmış ama açmasıyla da kutuyu yere fırlatması bir olmuş.

“Üfff! Beni bu oyuna kim getirdi bir bulursam, ona gösteririm gününü” demiş

Kızmakta da haklıymış. Sandığın içinde minicik bir fare varmış. Bu farenin kuyruğu da kısacıkmış, Zaten biraz daha uzun olsa, bizim masalımız da daha uzun olurmuş.

Eeee? Ne anladınız bu masaldan? Ben pek bir şey anlamadım. Ama heyecanlıydı değil mi? Üstelik pek eğlendirici… Her masalın ille de bize bir ders vermesi gerekmez. Bazılarının heyecanlı olması da yeter.