Ekran Kullanımı Yararlı mı? Zararlı mı?

Çocuk ve Ergen Psikiyatristi

Prof. Dr. Koray Karabekiroğlu

 

2020’li yıllarda çocuk ve ergen olmak, belki de en çok ‘medya araçları ile büyümek’ anlamına geliyor diyebiliriz. Neredeyse dört bir koldan saçılan elektromanyetik dalgalar, ekranlar aracılığıyla, çocukların beyinlerine ulaşıyor. Olumlu ve olumsuz etkilerini –bilimsel anlamda çok da iyi bilmediğimiz şekilde- çocuklarımız bu uyaranlara maruz kalarak büyümek durumunda kalıyorlar. Hatta bebekler bile ne yazık ki ilk günlerinden itibaren telefon, tablet, TV gibi ekranlara doğrudan maruz kalarak büyüyor. Kendisi ninni söylemek yerine telefona ninni söylettiren 2 aylık bebek annesi, ekran açmadan 4 yaşındaki oğluna bir lokma yemek yediremeyen bir başkası, ‘elinden telefonu alamıyoruz, alınca kıyameti koparıyor’ diyen bir başka 7 yaş annesi çok da tanıdık gelmiyor mu?

 

Günümüzde tipik bir ergen –hatta bir çocuk- gününün çok büyük bir kısmını medya araçları ile ilişki içinde geçirir. Hele pandemi sürecinin yoğun olarak yaşandığı son bir yılda, özellikle de evden dışarıya çıkmalarına sadece haftada 15 saat izin verilen gençlerin canları epey bir sıkılıyordu. Halbuki, ruh ve beden sağlığı açısından açık havada zaman geçirmenin, sosyal etkileşim kurmanın ve hareket etmenin önemini anlatmaya sanırım gerek yok. Mecburen, günümüz koşullarında da sağlıklı zaman geçirmenin yeni yollarını keşfetmek zorunda kalıyoruz. Gençler ise elektronik oyunlar ve sosyal medya dışında boş zamanlarını nasıl geçireceklerini sanki bilmiyor gibiler.

 

Medya araçları o kadar çeşitlendi ve o kadar kolay ulaşılabilir oldu ki, bir ergen aynı anda televizyon açıkken, Internette “surf” ya da “chat” yapıyor olabilir ve bir yandan da kamerası kapalı olarak canlı derste ‘takılabilir’. Bir ergenin günde ortalama 5-6 saatini medya kanalları ile geçirdiği tahmin edilmektedir. Medyanın etkisine maruz kalma süresi özellikle 12-13 yaşlarında artış gösterir. Orta ergenlikte müzik dinleme ve klip seyretme yoğunluk kazanır. Bazı ergenlerse –özellikle erkekler- uyanık kaldıkları sürenin önemli bir bölümünü internette ya da oyun konsolunda oyun oynayarak geçirirler.

 

Aslında her bir medya aracının temel geliştirilme amacı, bir ihtiyacı karşılamak, hayatı kolaylaştırmak gibi olumlu katkılar sağlamak niyetini taşır. Örneğin, bireylerin medya araçlarına yönelmelerinin pek çok nedeni ve işlevi olabilir. Eğlenmek, hoş vakit geçirmek için;  müzik dinlenebilir, kitap okunabilir, oyun oynanabilir. Bilişsel gelişim için; bilgi edinmek ve kişisel gelişim için haber programları, belgeseller izlenebilir, gazete ve dergiler takip edilebilir. Bir sosyal etkinlik aracı olarak; sosyal medyanın, özellikle de Zoom vb. platformların arkadaş grubuyla bir araya getirme işlevi olabilir. Öte yandan, günlük hayatın zorluklarından ve gerçek kimliğin yetersiz yanlarından uzaklaşmak için bir araç haline gelebilir.

 

Medyanın ergenler üzerindeki etkisi özellikle kimlik gelişimini etkilemesi açısından önem kazanır. Sosyal öğrenme kuramına göre sık sık maruz kalınan davranış örüntüleri, değer yargıları zamanla normlar olarak içselleştirilir. Televizyonda ve sinemada gerçek hayatta olduğundan çok daha sık şiddet unsuru görülür ve bu durum ergenin dış dünyayı daha tehlikeli olarak algılamasına yol açabilir. Önemli bir diğer değişken ise, her bireyin aynı şeyleri izlemeyi tercih etmemesidir. Örneğin, bazı ergenler şiddet içerikli bilgisayar oyunlarına, dizilere daha fazla ilgi gösterirken, bazıları bilgi ağırlıklı programları tercih edebilir. Fakat tercihler ve beğeniler ergenlik döneminde oldukça değişken bir görüntü sergilediğinden, hangi medya kanalını izlediği erişkinlerle kıyaslandığında ergenlikte daha nadiren bir tercih sonucudur. Ergenler daha çok maruz kaldıkları etkileri zamanla benimseme ve daha çok tercih etme eğilimi gösterebilirler.

 

Aslında bir kuşak öncesinde tek kanallı, siyah-beyaz, günde üç-dört saat yayın yapan; iki kuşak önceki çocukların hiç bilmediği ekranın çocuklar üzerine uzun vadeli etkilerini bilimsel olarak bilebilmenin olanağı pek yok denebilir. Son yıllarda, özellikle TV’nin çocuğun hayatına gireli daha uzun yılların geçtiği ülkelerde, ekran maruziyetinin çocuk ruh sağlığı üzerine etkileri önemli konulardan biri haline geldi. Bu açıdan, özellikle şiddet ve cinsel içerikli programların, filmlerin ve oyunların çocuğun ruh sağlığını etkileme olasılığı üzerinde durulmaktadır. Şiddet içeriğinin ergenler üzerindeki etkilerini inceleyen araştırmalar daha dürtüsel ergenlerin şiddet içeren programları daha çok tercih ettiklerini göstermiştir. Ancak, aynı zamanda şiddet içerikli programları daha fazla izledikçe hem daha az dürtüsel hem de daha dürtüsel ergenlerin şiddet kullanımlarının arttığı saptanmıştır. Öte yandan, ergenler cinsellik içeren, cinselliği –özellikle de riskli cinsel davranışları- özendiren programlara da çok sık maruz kalırlar. Cinsel içerikli medya kanallarına daha fazla maruz kalan gençlerin cinsellikle ilgili tutumlarının değiştiği, daha erken yaşta cinsel deneyim yaşadıkları görülmüştür. Medyanın ergenler üzerindeki bir diğer etkisi de beden imgesi ile ilgilidir. Kızlarda zayıflık, erkeklerde de atletik vücutlu olmak çok önemli bir değer olarak gösterilmektedir. Ergenlikte artış gösteren yeme bozuklukları ve beden dismorfik bozukluğunun (bedenin çeşitli bölgelerinin olduğundan farklı bir şekilde, abartılı, rahatsız edici olarak görmenin ve bu konuyla ilişkili aşırı bir zihinsel meşguliyet yaşamanın bulunduğu bir psikiyatrik bozukluk) oluşum nedenlerinin başında medyanın etkileri dikkat çekmektedir.

 

Diğer bir nokta da, ekran maruziyetinin zamanı tüketme özelliğidir. Ekran ile geçirilen zaman diğer aktivitelerden, ödevlerden, oyundan, okumadan zaman çalmaktadır. Kültürel değişim ve yer yer yozlaşma, tektipleştirici etkiler, dilin bozulması, aile içi sosyal etkileşimin çok çok azalması vb. çok çeşitli alanlarda konuyu ele almak mümkündür. Ayrıca sıklaşan ve sıradanlaşan bilgi ve görüntü bombardımanı, örneğin şiddet ve sapkın cinsel eylemleri de sıradanlaştırmıştır. Bireylerin otomatik eylemlerinde model alabilecekleri refleksif davranışlar haline gelmesinde ekranın da katkısı büyüktür.

 

Tüketim toplumunun en temel unsurlarından olan gençler bu açıdan da çok önemli bir müşteri grubudur.  Tüm bu açılardan bakıldığında aslında medyanın hayatımız üzerine etkilerinin bir yaş sınırı yoktur. Ancak tabii ki, hayattaki değişimlere ve etkilere daha hassas olan küçük yaş çocuklarının üzerine etkilerin daha önemli olacağı düşünülebilir. Sosyal İkilem isimli popüler belgeselde, Facebook, Instagram gibi platformların bireyleri nasıl bir araç olarak kullandığı çok açık bir şekilde anlatılıyor.

 

Öte yandan, son yıllarda internet/ekran/medya bağımlılığı çok sık görülen önemli bir halk sağlığı sorunu haline geldi. Aslında internet bağımlılığı kavramı 1990’lı yılların ortalarından bu yana psikiyatri literatüründe yer almakta ve bu konuya ilgi gittikçe artmaktadır.  Bu bireyler internet kullanımına sınırlama getirememe, sosyal ve akademik zararlarına rağmen kullanmaya devam etme, internete ulaşım kısıtlandığında yoğun anksiyete duyma gibi belirtiler yaşarlar. İnternet bağımlılığı ile ilişkili olduğu bulunan ruhsal bozukluklar arasında Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, depresyon, sosyal fobi ve karşıt olma karşı gelme bozukluğu özellikle ön plana çıkmaktadır. Young’ın tanımladığı ölçütlere göre,

 

  • İnternet ile ilgili aşırı zihinsel uğraş,

 

  • İnternete bağlı kalma süresinde uğraş,

 

  • İnternet kullanımını azaltmaya yönelik uğraşlarda başarısızlık,

 

  • İnternet kullanımı azaldığında yoksunluk belirtileri,

 

  • İnternete bağlı kalma süresinde başlangıca oranla artış,

 

  • İnternetin aşırı kullanımı yüzünden kişiler arası ilişkiler, okul ya da iş ile ilgili sorunlar,

 

  • İnternete bağlı kalabilmek için aile üyelerine, terapiste ya da başkalarına yalan söyleme,

 

  • İnternete bağlı kaldığı sürede duygulanımda değişiklikler (umutsuzluk, suçluluk, anksiyete-depresyon gibi)

 

Bu çocuklarda, aynı alkol-madde bağımlılığındaki gibi nörobiyolojik değişimler olabilir ve tedavi de benzerdir. Kullanım sürelerini aşama aşama azaltmak, gerekli olgularda ilaç kullanımı, eşlik eden psikiyatrik sorunların tedavisi ve ekran yerine konabilecek sağlıklı davranışların hayata geçirilmesi gibi yöntemler uygulanır.

 

Özetle söylemek gerekirse, ekran kullanımı tabii ki tümüyle kötü bir şey değildir. “Önemli olan ne kadar süre kullanıldığı ve ne için kullanıldığı” şeklinde düşünmek genel yaklaşımı özetleyebilir. Doğru bir zaman ve içerik sınırlaması ile medya kanalları çok verimli bir eğitim, eğlence ve iletişim aracı olabilir. Çalışmalar, TV’nin çocuğun kelime dağarcığını artırdığını, ilgi alanlarını genişlettiğini, özellikle müzik, belgesel, haber vb. programlarının genel olumlu etkilerini ortaya koymuştur. Diğer insanlardan, çevre sorunları, yoksulluk, savaşlar gibi hayatın gerçeklerinden haberdar olunmasını, benmerkezci düşünceden çıkıp, dış dünya ile ilginin artmasını sağlayabildiği düşünülebilir. Genel bir bakışla, söylenebilecek olan, ekran kullanımı üzerine ebeveynlerin çocuklarının yaş, gelişim düzeyi ve ilgi alanlarına göre programlı, kurallı bir çerçevede tutum sergilemelerinin doğru olduğudur.

 

Ergenlerin ekran hürriyeti olağan olarak daha fazladır. Burada dikkat edilmesi gereken, saat sınırlamalarını kendi kendine uygulayamayan çocuklar için gerekirse kuralları netleştirmek, anlaşma yapmak faydalı olabilir. Cinsel içerikli programları bazen gizlice izlemek isteyeceklerdir. Bu aslında oldukça doğal bir durum olsa da, onlara doğru içerikli cinsel bilgiler veren, düzeyli bir eğitim sağlamak koruyucu önlem olacaktır. Medya kanalları temel değer yargıları ve öncelikler konusunda da bireye yoğun bir şekilde etki eder. Bu noktada en uygun çözüm, karşılaşılan programlardaki ya da filmlerdeki söz konusu durumla ilgili olarak ebeveynin fikrini, yorumunu “çok da göze sokmadan” belli etmesi olabilir. Öte yandan TV de hayatın yansımalarından biridir ve gerçeği yansıtır. Bu nedenle hayatın gerçekleri, zorlukları ve eğlenceli yanları için, uygun kullanıldığında, ebeveyn-çocuk ilişkisi için çok etkili bir araçtır.

 

Ergenin sağlıklı kimlik ve özgüven geliştirebilmesi o yaş grubunun en önemli işlevi sayılır. Ne yazık ki, kendini değerli ve önemli görebilme, geleceğe olumlu bir beklenti ile bakabilmek günümüz gençliğinin çok zor ulaşabildiği özellikler gibi görünüyor. Ergenin kendini olumlu görmesini sağlayan ve akranlarıyla olumlu etkileşim fırsatı sunan en önemli alanlardan bir tanesi ergenin yapısına uygun, zevk aldığı serbest zaman etkinlikleridir. İşte bu noktada ekrana kayan ilgiyi azaltabilmek için sanat ve sporun önemi dikkat çeker. Spor (ör, yüzme, futbol, tenis, atletizm, basketbol, karete) ve sanat (ör, gitar çalma, resim yapma, dans kursu) aynı zamanda gencin fiziksel ve ruhsal gelişimini de destekler.

 

Örneğin, spor etkinliklerine katılım kimlik, kendilik değeri ve başarılı olma duygularında olumlu etkilere sahiptir. Sportif etkinlikler ergenin hedef belirleme, etkili iletişim kurma, problem çözme, duygularına hakim olma, zaman yönetimi, kişiler arası çatışmaların çözümü gibi alanlarda gelişimini destekler. Özellikle kurallı bir etkinlik olarak yapıldığında ve gözetmen eşliğinde olduğunda ergenin davranışları için geribildirim almasını, sınırlara ve kurallara uymasını kolaylaştırır. Akademik açıdan kendini değersiz gören bir genç çok başarılı bir atlet olabilir. Bu yolla kendini değerli ve önemli görebilir, akranları arasında kabul görebilir. Bu psikolojik ve sosyal olumlu etkiler akademik performansı da genellikle olumlu etkiler.

 

Öte yandan, spor ve sanat gibi etkinliklerin bir boş zaman etkinliği olmaktan çıkıp, bir performans gösterisi alanı halini aldığı durumlarda genç üzerine daha farklı psikososyal etkilere neden olabilir. Zevk için yapılmaktan uzaklaşıp, gencin yüksek bir performans kaygısı duyduğu stres dolu bir etkinlik haline geldiğinde olumlu etkileri azalabilir. Bu nedenle eğer bir genç akademik, sportif ya da sanatsal etkinlikte bir performans beklentisi içine girmişse, sadece zevk için yapacağı ve karşılığında bir not almayacağı, beğenilip beğenilmeme ikilemi yaşamayacağı ek bir alana da ihtiyacı doğmuş demektir. Ancak, okul ve diğer etkinlikler gencin zamanını çok fazla doldurduğunda, genç kendisi için ek bir zaman yaratamadığında da performansının düşmesi beklenebilir. Çünkü bu durumda özerklik mücadelesi veren ve erişkinlerin beklentileri ile zaman zaman çatışma yaşayan ergen okul ya da diğer etkinliklerden –yaşadığı yoğun beklenti kaygısı ve özerklik tehditi algısı nedeniyle- kaçmaya, kaytarmaya başlayabilir. Ergen bu psikolojik kaçışın (örneğin, devamsızlık yapma, idmanları ve ödevleri aksatma) çoğu zaman farkında olmaz ve bilişsel düzeyde motivasyonu devam edebilir. Ancak, motive olmaya çalışmasına rağmen düşen performansı özgüvenini olumsuz etkiler. Olumsuz etkilenen özgüven zamanla motivasyonu da azaltır ve ergen tümüyle vazgeçebilir.

 

Sonuç olarak, küçük yaşlardan itibaren çocuk ekran kullanım hakkını da aşama aşama kazanmalıdır. En baştan yoğun bir şekilde maruziyet ve uzun süreler medya/ekran kullanımı olduğunda, daha sonra azaltmak çok zor olabilir ve olumsuz etkiler geri dönüşümsüz olabilir. Anne babalar çocuklarının ekran/medya araçları karşısında ne yaptıklarını, kiminle iletişim içinde olduklarını en başından itibaren takip edebilmeliler. Bu konuda gerekli bilgilendirme ve tehlikeler konusunda uyarılarını yapabilmeliler. Tabii bunu sağlayabilmek için de çocuklarıyla sağlıklı bir dil ve davranış etkileşimi kurabilmiş olabilmeliler.

  • Basit bir hatırlatma için şu uyarı yapılabilir:

 

  • İlk üç yaşta ekran yok.

 

  • Altı yaşından önce bilgisayar/ tablet oyunları yok.

 

  • Dokuz yaşından önce tek başına internet kullanımı yok.

 

  • Oniki yaşından önce sosyal medya hesabı yok.

 

 

www.cocukhayat.com